Çocuk / Ergen

Nöron Psikiyatri-Çocuk-Ergen Terapisi

ÇOCUK VE ERGENLERLE TERAPİDE ÇALIŞILAN BAŞLICA ALANLAR

C.1 Davranış Bozuklukları

Sekiz yaşından büyük çocuklarda başkalarının haklarına karşı saygısızlık ve tecavüz türünden tekrarlayıcı ve zararlı eylemlerle karakterize bir bozukluktur. Hırsızlık, yalan söyleme, evden ve okuldan kaçma, soygunculuk, yangın çıkarma, fiziksel olarak insanlara ve hayvanlara eziyet etme şeklinde ortaya çıkabilir. Hastalığın oluşumunda kalıtımsal faktörler rol oynar. Yani aile büyüklerinde antisosyal davranışlar bulunur.

C.2 Fobiler

Korku Nedir?

Korku olgusunu tek bir cümlede tanımlamak, kuşkusuz çok zordur. Buna rağmen korkuyu, irade ve mantıkla kontrol altına alınamayan, insanın içini daraltan bir yakın tehdit hissi olarak açıklayabilmemiz mümkündür. Tıbbi açıdan bakıldığında korku – hemen hemen her vakada – soluk beniz, terleme, titreme veya çarpıntı halleri ile birlikte seyreder. Korku hastalıkları ise, korkunun şiddetli bir hali olarak kabul edilir.

Korkunun Gelişimi

Korkumuz, ancak hayatımız sürecinde gelişen bir olgudur. Yani ne „ödlek“ olarak, ne de özellikle cesur ve korkusuz bir insan olarak dünyaya geliriz. Gözle görülür ilk korku reaksi-yonlarını, bebeklerin dördüncü ila altıncı ayları arasındaki dönemlerde algılayabilmemiz mümkündür. Çocukların ebeveynlerinden uzun süre uzak kalmalarına katlanmaları, içlerinde bu şahısların bir imajını muhafaza edebildikleri sürece mümkündür.

Sağlıklı Korku – Patolojik Korku

Korku, her şeyden önce sağlıklı ve insanın hayatta kalabilmesine yardımcı olan bir duygu halidir. Korku öncelikle, hem kendi kendimiz, hem de çevremizdeki insanlar için sağduyulu ve itinalı olma yetisini kazandırır bize. Nasıl ağrının beden için önemli bir alarm fonksiyonu varsa, korkunun da hayati bir önemi söz konusudur. Örneğin korkmadan ve ağrı hissetmeden ateşe yaklaşabilseydik, hayati tehlike arz edebilecek yanıklara maruz kalmamız çok kolay olurdu. Yani, korkunun da sağlık açısından önemli yönleri vardır kuşkusuz. Bu durumda gerçek korku olarak tabir edilen olgudan bahsedilir: Dışarıdan gelen bir tehlike karşısında insan; bedenen, hissi olarak ve akıl seviyesinde alarma geçirilmektedir. Ancak korku olgusunun nasıl yaşandığını veya algılandığını da herkes bilir. Örne-ğin bize korku veren duruma başka bir anlam vermek suretiyle: Geceleri evimizde sesler duyduğumuzda, bunu evde bulunan muhtemel soygunculara değil, örneğin evin içinde dolaşan kediye yormaya eğilim gösteririz. Ancak makul bir ölçüde gerçek korku hissine sahip olmak da önemlidir. Bu korkunun dozu, risk taşıyan bir olayda hazırlıksız yakalanmayacak kadar yeterli olmalı, ancak tepki gösteremeyecek kadar da („korkudan donakalma“) fazla olmamalıdır. İşte gördünüz: hem aşırı korku, hem de korkusuzluk derecesine varan az korku halleri, hastalık özelliklerini taşımaktadır. Aşırı korku halinde mutlaka yardıma ihtiyacınız var demektir, üstelik yaşam kaliteniz de kısıtlanmış olacaktır. Ancak korkusuzluk halinde sosyal açıdan topluma uyumlu ve de başarılı olmanız mümkündür. Korku olgusunun bu her iki türünün de hastalık niteliği taşımasına rağmen, aşırı korku vakasının daha önemli olduğu da bir gerçektir.

Korkuların Sınıflandırılması

Korkudan korkuya fark vardır. Bundan dolayı korku bozuklukları, tıbbi açıdan üç büyük gruba ayrılmaktadır. Bu sınıflandırmada, her bir korku kategorisinin hasta edici özelliğini vurgulamak için “bozukluk” kelimesi eklenmiştir.

– Korku bozukluğu (genel korku, herhangi bir olguya bağlı olmayan korku)

– Panik bozukluğu (veya panik atakları), alan korkusu (agorafobi) ile veya tek başına seyredebilir

– Fobik bozukluk (belli bir nesneye ve duruma bağlı olarak)

Bütün bu korku hallerinde, normal hal ile hastalık hali arasında kesin bir sınırlama mümkün değildir. Bu itibarla, önce korkunun hangi boyutta olduğu sorusunun irdelenmesi gerekmektedir; örneğin genel olarak nispeten çabuk korku hissine kapılabilen bir kişiliğin hastalık boyutuna ulaşan derecede korkuya kapılıp kapılmadığı sorusu, önemli bir rol oynamaktadır. Örneğin sistematik bir şekilde uçağa binmekten korkan, ancak bunun için mutlaka psikolojik yardıma başvurmayan veya başvurması zorunlu olmayan çok sayıda insan vardır. Diğer insanların huzurunda konuşma korkusunun hangi noktadan sonra hayatı kısıtlayan boyuta ulaştığı ve dolayısıyla profesyonel hekim yardımıyla tedavi edilmesi gerektiği sorusu da, çoğu zaman kolayca kestirilemez. Aynı şekilde, örneğin örümceklerden korkmanın ne derece hastalıklı bir durum olduğunu da bilemeyiz. Konunun daha iyi anlaşılması için öncelikle korku hastalıklarının üç farklı şeklini biraz daha yakından irdeleyelim.

Genel Korku Bozukluğu

Korku belirtilerinin çoğu günlerde, en az birkaç haf-ta boyunca devamla ortaya çıktığı hallerde, genel korku bozukluğundan söz edilir. Bu bozukluğu teşhis eden doktorun, teşhisine temel aldığı en önemli belirtiler arasında şu haller de bulunmaktadır:

– Kaygılar (gergin his hali, heyecanlı olma, belli bir olguya konsantre olmada zorlanma)

– Motorik gerginlik (örneğin titreme, kaslarda gerginlik hissetme, sakin olamama)

– Aşırı vejetatif (kontrol dışı) reaksiyonlar (örneğin terleme, baş dönmesi).

Panik Bozukluğu

Doktorunuz tarafından önerilen ilacın panik bo-zukluğunun tedavisine yönelik olması itibarı ile, bu broşürün “Panik nedir?” başlığı altında konu daha ayrıntılı bir şekilde işlenmektedir.

Fobik Bozukluk

Fobik bozukluk, daima spesifik bir durum veya obje ile bağlantılı olan bir korku halidir. Objeye bağlı fobi, örneğin örümcek, yılan veya ateş gibi belli bir nesneye bağlı olarak ortaya çıkan bir korku halidir.

C.3 Kaygı Bozuklukları

Kaygı bozukluğunun temel özelliği, kişinin gündelik hayatta karşılaştığı olaylarla ilgili olarak, engelleyemediği aşırı bir endişe ve kuruntulu beklenti (evham) içinde olmasıdır.

Ekonomik durum, muhtemel iş yükümlülükleri, sağlık sorunları, çocukların yaşayabileceği olaylar, ev işleri, onarımlar, randevulara yetişememe gibi günlük konularla ilgili olarak aşırı/ölçüsüz endişe ve kuruntular sıklıkla görülmektedir.

Kaygı bozukluğu, sosyal ya da mesleki işlevlerde önemli bozulmaya ya da hastada belirgin strese neden olan, çeşitli somatik belirtilerin (psikolojik kökenli ağrılar) eşlik ettiği yaygın endişe hali olarak tanımlanmıştır.

Kaygı bozukluğu sıklıkla görülen bir durumdur ve bir yıllık yaygınlığı için akla uygun tahminler %3 ile %8 arasında değişmektedir. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla yüzde elli daha fazladır.

Kaygı bozukluğu olan kişilerinin sadece üçte biri psikolojik tedavi için başvurmaktadırlar. Birçok hasta genellikle pratisyenlere, dahiliye doktorlarına, kardiyologlara, göğüs hastalıkları hekimlerine veya gastroenterologlara başvurarak, bozukluğun somatik, fiziksel belirtileri için tedavi aramaktadırlar.

Birçok mental bozukluk gibi, kaygı bozukluğu’nun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak, biyolojik araştırmalar beynin kaygı ile ilişkili bölgelerinde (kortikal yapılar, limbik sistem, bazal gangliyonlar ve serebellum) nöral iletinin bozulmuş olabileceğini düşündürmektedir.

Kaygı, insanın düşünceleriyle yarattığı bir his olduğundan dolayı, yanlış yorumlamalar, olumsuz düşünceler, aşırı genelleme yapmak, negatif bir bakış açısına sahip olmak gibi etmenler de kaygı bozukluğuna yol açan başlıca nedenlerdir.

Kaygı Bozukluğunda özellikle önemli olan ruhsal süreç, kişinin “çevre üzerinde denetiminin olmadığı” inancıdır. Denetlenemez olaylardan kaynaklanabilecek tehlikeler (kazalar, hastalıklar, felaketler v.s.) zihni sürekli meşgul etmektedir. Kişi sürekli olarak potansiyel tehlike yaratan uyaranları izlemekte, tehlike oluşturmayan (hoş) uyaranları ise dikkate almamaktadır. Bu durum, hastalarda otomatik ve farkında olunmadan işleyen bir zihinsel düzenektir.

Kaygı Bozukluğu yaşayan kişiler endişelerinin aşırı ve yersiz olduğunu her zaman kabul etmeyebilirler. Kişi yoğun endişesini durduramadığı için dikkatini olağan işlere odaklamada güçlük çeker, dalgınlaşır.

Hastalar huzursuz, çabuk heyecanlanan ve sabırsız kimselerdir. Yüz ve beden gergin, eller genellikle titremektedir. Kas gerginliğine bağlı seyirmeler, titreme, ağrı ve sızılar olabilir. Baş, sırt, omuz ağrıları ve sertliği sıktır. Kas gerilimi özellikle alın kaslarında çok yoğundur. Çoğu hasta uyku sorunları, kabus ve karabasanlar yaşar.

Kolay yorulma, ağız kuruluğu, aşırı geğirme, soluk alma ve yutma güçlüğü, çarpıntı, sık idrara çıkma, erken boşalma- ereksiyon güçlüğü, kulak çınlaması, baş dönmesi, uyuşmalar gibi yakınmalar ayırıcı tanı problemleri doğurmaktadır.

Kaygı belirtilerinin kişiler tarafından bedensel hastalık kaygılarına yol açması kaygıyı daha da ağırlaştırmaktadır. Bu durumda hipokondriyazis (hastalık hastalığı) ile ayırt etmek güçlük arz edebilir.Yaşın ilerlemesi ile genellikle kaygı bozukluklarının görülme sıklığı ve belirtilerin şiddeti azalmaktadır. Yine de yaşlılık döneminde karşılaşılan kaygı hastalıklarının % 60-70ini Yaygın Kaygı Bozukluğu oluşturmaktadır.

C.4 Okul Uyumsuzluğu ve Başarısızlığı

C.5 Sınav Kaygısı

Sınav Kaygısı Nedir?

Sınav kaygısı; öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır.

Sınav Kaygısı Neyle İlişkilidir?

Bireyin sınava yüklediği anlamlar, sınavla ilgili zihinde oluşturulan imaj, sınav sonrası duruma ilişkin atıflar ve sınav sonrası elde edilecek kazanımlara verilen önem sınav kaygısı oluşumu üzerinde etkilidir.

Sınav Kaygısının Belirtileri Nelerdir?

Huzursuzluk, endişe, tedirginlik, sıkıntı, başarısızlık korkusu, çalışmaya isteksizlik, mide bulantısı, taşikardi, titreme, ağız kuruluğu, iç sıkıntısı, terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları vs. bedensel yakınmalar, dikkat ve konsantrasyonda bozulma, kendine güvende azalma, yetersiz ve değersiz görme sık görülen belirtilerdir.

Sınav Kaygısı Yaşandığı Nasıl Anlaşılır?

Öğrencinin başarısında belirgin bir düşüş gözlenir. Ders çalışmayı erteleme, sınav ve hazırlığı hakkında konuşmayı reddetme vardır. Soru sorulmasından rahatsız olurlar. Dikkat dağınıklığı, odaklanamama, Fiziksel yakınmalarda dikkat çeken bir artış (karın ağrısı, mide bulantısı, terleme, uyku düzensizliği, iştahsızlık ya da tersine aşırı yeme, genel mutsuz bir ruh hali vb.), çok çalışılmasına karşın performans düşüklüğü kaygının varlığını gösterir.

Sınav Kaygısının Etkileri Nelerdir?

Öğrenilenleri aktaramama, okuduğunu anlamama, düşünceleri organize etmede zorluk, dikkatte azalma, sınavın içeriğine değil kendisine odaklanma, zihinsel becerilerde zayıflama , enerji azlığı, fiziksel rahatsızlıklar sınav kaygısının başlıca etkileridir. Sınav kaygısı gerçek dışı beklenti ve yorumlar içerdiğinden yanıltıcıdır. Öğrenciyi farkında olmadan kendi davranışını denetleyemez hale getirir…

Sınav Kaygısı Neden Oluşur?

Gerçekçi olmayan düşünce biçimlerine sahip olmak kaygını oluşmasında en önemli süreçlerdir. Bunaltıya eğilimli kişilik yapısı (mükemmeliyetçi, rekabetçi) olanlarda daha sık görülür. Sosyal çevrenin beklentileri ve baskısı da önemli bir etkendir.

Sınav Kaygısının Oluşmasında Etkisi Olan Olumsuz Otomatik Düşünceler Nelerdir?

“Sınava hazır değilim”, “Bu bilgiler çok gereksiz ve saçma. Nerede ve ne zaman kullanacağım ki?” “Sınavlar niye yapılıyor , ne gerek var?” “Bu bilgiler gelecekte benim işime yaramaz” Sınava hazırlanmak için gerekli zamanım yok ki!”“Bu konuları anlayamıyorum , aptal olmalıyım” “Ben zaten bu konuları anlamıyorum” “Biliyorum, bu sınavda başarılı olamayacağım” “sınav kötü geçecek” “Çok fazla konu var , hangi birine hazırlanayım?” sıklıkla gözlene olumsuz otomatik düşüncelerdir.

C.6 Boşanma ve Çocuk

C.7 Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları

Yaşamın ikinci on yılı olan ergenlik çağı, her birimiz için çok farklı, çok duygulu, içimizde fırtınaların estiği ancak hayata karşı bir o kadar da acemi olduğumuz bir dönemdir. Ruhbilimcilerin çoğuna göre ergenlik yani “adolesans” ve kriz, eş anlamlıdır. Bu çağa ait krizleri iki ana grupta inceleyebiliriz.

1- Normal büyüme krizleri:

Ergenlik dönemi fırtınalı, iniş çıkışlarla dolu ve sık sık kesintiye uğrayan bir gelişmeler çağı olarak tanımlanabilir. Sağlıklı ergenlerin bile bu çağlarda normal sayılabilecek krizler yaşadıkları öteden beri bilinen bir gerçektir. Bu tür krizler genellikle günlük olaylara ya da gelişmiş benlik yeteneklerini gerektiren koşullara bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Cinsel dürtülerin alevlenip genci kamçılaması ancak cinsel yasaklar nedeniyle bu istekleri ertelemek zorunda kalma ya da çocukluğa özgü bağımlılıktan kurtulma istekleri ile ana babaya hala bağımlı olma gerçeği arasında kalan ergen, kendini bu çatışmaların ortasında bulur. Bizim ülkemizde olduğu gibi bir meslek sahibi olabilmek için uzamış eğitim zorunluluğu ve bunun getirdiği aileye bağımlılık kuşaklar arasındaki çatışmayı arttırmaktadır.

Ergenlik çağına özgü normal krizler arasında ilk aşk denemelerinin yarattığı düş kırıklığı, reddedilme, terk edilme korkuları ve deneyimleri ile baş etme güçlükleri oldukça önemli bir yer tutar. Meslek seçiminde bireysel yetenekler ve özlemler doğrultusunda davranma isteği ile ailenin beklentileri arasında kalma da bir başka kriz nedenidir.

Ergenliğe özgü bu krizlerin ailede uyandırdığı panik ve şaşkınlıkla hekime getirilen bir genç çok dikkatli, saygılı ve sıcak bir ilişki içinde dinlenmelidir. Bu görüşmede krizin bir hastalık olmadığı, büyüme çağına özgü bir sorun olduğu gence ve ailesine açıklanınca büyük bir rahatlama gözlenir. Ana babanın gence karşı tutumları bu büyüme krizlerinin çözülmesi ve ya derinleşmesini belirlemede çok büyük bir önem taşır. Duyarlı, olgun, hoş görülü ana babaların gençlerle ilgili sorunları çok daha az olacaktır. Buna karşılık her şeyin “daha iyisini bilen” ana babaların otoriteleri karşısında bunalan gençlerin durumu zordur.

Burada ana babalara çok iş düşer. Şimdi artık onlara sesleniyorum: Çocuğunuzun daha sağlıklı, daha başarılı, daha mutlu ve güvenli olmasını istiyorsanız, onlara saygı gösterin. Sizin bu dönemde onlara gösterdiğiniz saygı, sonradan katlanarak size dönecek ve çocuklarınızla gurur duyacaksınız. Lütfen her şeyi siz bilmeyin, onlara nasihat etmeyin, bırakın bazı şeyleri onlar kendi yaşamlarında deneyerek, bazen yanlışlar yaparak öğrensinler. Onlardan, olacaklardan korkmayın. Kendi kurallarınızı onlara uygulamayın. Onlar sizin bir uzantınız değil, başka kişilikte başka insanlar onlar. Onlara sevmeyi öğretin. İnsanlar sevgiyi en iyi sevile sevile öğrenir.

Ergenlik çağında ortaya çıkan bu krizler çoğunlukla kısa zamanda ve ve kolayca atlatılır ve müdahale gerektirmez. Bazen aile büyükleri ve psikiyatrların bu krizi aşmada yardımı gerekebilir.

2- Acil müdahale gerektiren krizler:

Bu krizlerin çoğu ergenle onun sorumluluğunu üstlenen kişiler arasındaki iletişimin bozulması sonucu olarak ortaya çıkar. Buna örnek olarak şu tür durumlardan söz edebiliriz:

a- Öfke Reaksiyonları (Temper Tantrum Reaksiyonu)

Gençleri bu duruma getiren en önemli duygu çaresizlik ve yetersizliktir. Genç, kendini çok köşeye kıstırılmış hissettiğinde bu reaksiyonu gösterebilir. Öfke çok özgül ve tek bir kişiye yönelik olabileceği gibi dürtü doyumlarını engelleyen herkese genellenmiş de olabilir. Öfke yarata bu durum çok acımasız ve aşağılayıcı ise, tehlikeli davranışlara ve hatta intiharlara neden olabilir. Çünkü gençler hayatın, yaşamanın ne kadar değerli olduğunu henüz fark etmemişlerdir. Öfke ile ortalığı birbirine katan, vuran, kıran gencin amacı bir yandan içindeki durduramadığı duygular boşaltırken, bir yandan da çevreye göz dağı vermektir. Öfkenin dozu çok yükselirse yargılama, gerçeği değerlendirme ve dürtü kontrolü ciddi olarak bozulabilir. Deneyimsiz ruh hekimleri ve psikologlar bu öfke patlamalarını psikotik bir nöbetle karıştırabilirler.

b- İntihar Tehditleri ve Girişimleri:

Ergen krizin en ciddi olanlarından biridir. 16-22 yaş arasındaki ölüm nedenleri arasında intihar 3. sırayı almaktadır. Bu gençler muhtemelen çevreyi etkilemek ve yönlendirmek için yaptığı daha hafif girişimlerin sonuç vermemesi üzerine intihara yönelmiş olabilirler. Yani bunu yapacaklarının sinyallerini önceden verirler. Ayrıca gençlerin bir kısmı ölümle dans eder, yani asıl amacı ölmek değil, içinde bulunduğu belki de çok küçük bir sorundan kurtulmaktır. Gerçekten ölmek değildir istediği. Ama hayata karşı o kadar acemidir ki, bazen göstermelik olarak aldığı ilaçlarla ölür gider. Yaşamını sonlandırma durumuna gelmiş ergenin bu isteğinin altında oldukça uzun bir süre içinde gelişmiş bir depresyonun varolabileceği unutulmamalıdır. Bu tür depresyonlar çoğu kez ana baba arasındaki bozuk ilişkilerden kaynaklanmaktadır.

c- Histerik Reaksiyonlar:

Sinir sistemine ait organik bir bozukluk olmaksızın ortaya çıkan işlev bozuklukları, bu gruba girer. Histerik felçler, bayılmalar, histerik körlük, buna örnek gösterilebilir.

d- Yeme Alışkanlığında Bozulmalar: (Anoreksiya Nevroza)

Kilo kaybı, adet kesilmesi, aşırı hareketlilik ve cinsel soğukluk gibi belirtilerle seyreden bu hastalık tipik olarak ergenlik çağındaki kızlarda görülen ve yaşamı tehdit eden ciddi bir ruhsal bozukluktur. Sorun aile içi çatışmalarla çok ilgilidir.

e- Alkol ve İlaç Bağımlılığı:

Son zamanlarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek artmaktadır. Aileler bu konuda her zaman ilgili ve dikkatli olmalı, sorunu asla hafif almamalıdır.

f- Kimlik Bocalaması:

Bu tür bozukluklar özellikle 18-22 yaş grubu ergenlerde görülen ruhsal bozukluklar içinde birinci sırayı almaktadır. Belirtileri şunlardır. Derslere karşı ilginin azalması, akademik başarının düşmesi, iştah ve uyku bozuklukları, yaşamın anlamını kaybetmesi ve karamsarlık gibi depresif duygular, özellikle gündüz gelen iç sıkıntısı ve çabuk öfkelenmeler. Bir çok araştırmacıya göre bu belirtilerin altında yatan gerçek sorun kimlik bocalamasıdır. Kim olduğuna karar vermede bocalayan gençler cinsel ve mesleki kimliğini belirlemede bazen ciddi krizler içine girebilirler.

Özellikle ana baba ile ilişkilerin sorunlu olduğu durumlarda ergenler kendilerine model olabilecek yakın ve destekleyici ebeveyn bulamadıklarında kimlik arayışları kriz durumuna dönüşebilir. Psikoterapilerle sağlanan destekler gencin bu bocalamayı atlatmasına çoğu zaman yeterli olur.

C.8 Madde Bağımlılığı

Madde kullanımının tedavisi çok aşamalı bir süreci gerektirmektedir ve uzun sürelidir. Tedavinin başlangıcında psikiyatrist değerlendirme ve maddeyi bırakma isteğinin artırılması sağlanmaya çalışılır. Maddeden arındırma sürecinde kullanımına bağlı olarak gelişen başka psikiyatrik bozukluk varsa bunların ve maddeyi bırakmaya bağlı olarak ortaya çıkan semptomların tedavisi yapılır.

İlaç tedavisinin yanı sıra psikososyal sorunlara uygun olarak psikolog ya da psikiyatrist tarafından destekleyici ya da bilişsel-davranışçı terapi kullanılabilmektedir. Ayrıca Adsız Alkolikler gibi ortak sorunları olan üyelerin birbirlerine yardımcı oldukları gönüllü organizasyonlar sürece yardımcı olmakta ve alkolden uzak durma başarısını artırmaktadır.